Yanlış(ı) Kavram(ak)

Yanlış(ı) Kavram(ak)

Bir şeyin miktarını ölçerken ölçüm aletlerinden faydalanırız. Bunu doğru yapabilmemiz için de ölçüm aletlerinin hatasız olması gereklidir. Peki, bu nesnel bir şey değil de; bir olay, bir düşünce ise neyle ölçeceğiz ve doğrusunu nereden bileceğiz?

Duyularla algılanan, bir uyaran söz konusu olmaksızın bilinçte beliren nesne ve olaylara imge denmektedir. İmgelerin zihinde canlandırılması da imgelemedir1. İnsan bilinci, içinde bulunduğumuz nesnel dünya üzerine bilgi edinme süreçleri; etkin gözlemlere, zihinde soyut düşünmeye, düşünceler arası ilişki kurmaya ve bu ilişkileri somutlaştırmaya doğru gider.2 Bir kelime duyduğumuzda, duyduğumuz kelime ile ilişkili şeyler hemen zihnimizde canlanır. Örneğin; kırmızı elma desem hemen zihnimizde kırmızı bir elma beliriverir. Bunu bizler istemsiz bir şekilde yaparız. Çünkü hepimiz kırmızı bir elma yemişizdir ve görüntüsünü gözümüzün önüne hemen getirebiliyoruzdur. 

Şimdi de bir düşünceyi, hissi veya duyguyu söylesem zihnimize onunla ilişkilendirdiğimiz şeyler gelecektir.

Mesela; şefkat… Bu sözcüğü duyar duymaz kimlerden şefkat görmüşsek onlar gelir zihnimize. Örneğin; benim aklıma hemen annem geliyor.

Peki; -sayıları az da olsa- annesinden hiç şefkat görmemiş birisine şefkat sözcüğünü söylesem bu sefer büyük ihtimalle onun zihnine annesi gelmeyecektir. Yani buradan da anlaşılacağı üzere somut olmayan sözcüklerin zihindeki genel tasarımını bizler belirliyoruz. Bizler belirliyoruz derken aklımıza getiriyoruz. Belirleme işini medya, diziler, toplum ve sosyal medya üstlenmiş durumda.

Kavram sözcüğü, anlam olarak bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı olarak tanımlanmakta3. Yani yukarıda da bahsettiğim gibi herhangi bir sözcük, nesne ve düşüncenin zihnimizdeki resimleri manasındadır. Bir nesneyi kavram olarak ele alalım. Yine kırmızı elmadan devam edecek olursak, bir bebeğe kırmızı elma diye yeşil bir armut öğretilerek yetiştirilse; ona kırmızı elma desek onun zihninde yeşil bir armut şekillenecektir. Yani şunu anlatmaya çalışıyorum: kırmızı elma kavramı o bebek için artık yeşil bir armuttur. Buradaki sorun bebeğe kırmızı elma diye yeşil armudun öğretilmesi ve zihninin bu yönde şekillendirilmesidir.

Bir sözcük var “illüzyon”. Mutlaka duymuşsunuzdur. İllüzyon, duyumların zihinde yanlış olarak yorumlanmasına denir. Genellikle bu kelimeyi duyunca da aklımıza sihirbazlar gelir. Sihirbazlar aslında olması pek de mümkün olmayan şeyleri el çabukluğuyla olmuş gibi gösterir. Bunu öyle ustalıkla yapar ki “Vay be nasıl yaptı?” deriz, olmadığını bile bile inanırız. Bu illüzyon olayının insan psikolojisinde de karşılığı vardır.

Bir şey yanlış da olsa, çok duyulduğunda veya çok tekrar ettiğinde doğruymuş gibi bir algı oluşur.
Buna psikolojide “gerçek illüzyonu” adı verilmektedir

Bir şey yanlış da olsa, çok duyulduğunda veya çok tekrar ettiğinde doğruymuş gibi bir algı oluşur. Buna psikolojide “gerçek illüzyonu” adı verilmektedir. Sihirbazlar nasıl el çabukluğuyla duyularımızı yanıltarak gerçek olmayan şeyleri gerçek gibi gösteriyorsa öyle de modern dünyanın “algı sihirbazları” da yanlışı doğru gibi göstererek insanların zihin dünyalarını inşa etmekte, Kur’an-ı Kerîm ve Efendimiz(s.a.v.)’in itinayla altını doldurduğu kavramları türlü sihirbazlıklarla değiştirerek “insandaki doğruyu” saptırmaktadır.

Beynimiz nesnel bir şeyi algılarken duyu organlarından faydalanır. Gerçekliği kavrarken de birden fazla duyudan veri toplar. Farklı duyularla topladığı bilgiler ne kadar örtüşürse oluşan gerçeklik de o kadar doğru olur. Beynimiz duyularımıza güvenerek gerçeği doğru şekilde kavrıyor. Duyularımız yanlış şekilde haber verirse, beyin yanlış algılıyor. Tabi bunların hepsi Allah’ın izniyle oluyor. Buna bir deneyle örnek vermek istiyorum. Deney bir basketbol takımına uygulanıyor. Bir gözlük yardımıyla pota olması gerekenden biraz sağda görünüyor. Basketbolcular ilk atışlarında isabet sağlayamıyorlar. Denemeler arttıkça çevredekilerin de yardımıyla atışları potaya yaklaşıyor ve nihayetinde isabeti buluyorlar. O gözlük çıkarıldığında ise, potanın yerini düzgün görmelerine rağmen atışları potanın solundan gidiyor. Çünkü beyin bir yanlışın doğru olduğuna inanmış ve hamlelerini de o yanlışa göre düzenlemiştir. İşte anlatmak istediğim de tam bu. Modern dünya da nefsi okşayarak hazzı merkeze alıp insanın zihin potasının yönünü çeviriyor ve yanlışı doğru gibi kabul ettiriyor. Modern dünyanın Müslümanı da nefsinin istediği şeyi İslami hükümlere zıt olsa bile tercih edebiliyor. Oysaki bu dünyanın bir imtihan dünyası, istediğimiz her şeyin sebepsiz verileceği yerin “cennet” olduğunu bilmezmiş gibi…   

Bizler de birer bebek olarak dünyaya gözlerimizi açtığımızda boş bir a4 kağıdı gibiyiz adeta. Sonra yetiştiğimiz toplum, gözlemlediğimiz olaylarla birlikte yavaş yavaş kavramları oturtmaya başlıyoruz. Elhamdülillah ki bizler Müslüman toplumda gözlerimizi açtık ama kavramlarımızı bir Müslüman gibi oturtamıyoruz. Bu da amaçta ve gayede sapmalara, bir Müslüman gibi düşünüp Müslüman gibi yaşayamamamıza sebep oluyor. Olayları tartarken bir hüküm çıkarıyoruz ama terazinin bozuk olabileceği fikri aklımıza bile gelmiyor. Bizlerin hızla sürüklendiği modern dünya kavramlarımızı alıyor, çalıyor ve kendi istediği gibi doldurup bizim zihnimizi şekillendiriyor. Kur’an ve sünnetin öğretilerinin önüne modern düşünceleri koyuyor ve âdeta teraziyi bozuyor.

Bozuk olan terazi doğru şekilde ölçebilir mi hiç?

Modern dünya kavramlarımızı şekillendirirken bunu güzel ve olması gereken bir şey gibi anlatıyor. Allah’ın ona uymayıp mertebe atlayalım diye verdiği nefsi okşadığı için de pek itiraz edilmiyor. Bu dünyada fikirlerimizi, bedenlerimizi aldığı yetmezmiş gibi ahiretimizi dahi alıyor da farkında değiliz…

Ölüm, Müslümanlar için fâni âlemden bâki âleme gitmektir. Yokluk değildir. Ait olduğu asıl memleketine gitmektir. Müslüman bir insan ölümden ancak “Ya imansız gidersem ?” diye korkabilir. Bu korku da onu; dünyada hayırlı işler yapmaya, Allah’a kulluğa, ibadete, takvaya yöneltir.
Ölüm, Müslümanlar için fâni âlemden bâki âleme gitmektir. Yokluk değildir

Bütün bunları ölüm kavramı üzerinden inceleyelim. Ölüm, Müslümanlar için fâni âlemden bâki âleme gitmektir. Yokluk değildir. Ait olduğu asıl memleketine gitmektir. Müslüman bir insan ölümden ancak “Ya imansız gidersem ?” diye korkabilir. Bu korku da onu; dünyada hayırlı işler yapmaya, Allah’a kulluğa, ibadete, takvaya yöneltir. Fakat bu kavram öyle bir şekillendirilmiş ki, senin asıl yerin burası der gibi. Adeta lezzetlerin son bulması gibi bir şey. Bu da insanları dünyada sefahate, günaha sevk ediyor; dünyalık hazlarını vahyin önüne geçiriyor. Görüldüğü gibi aynı kavramın farklı şekillendirilmesiyle hayat nasıl da değişiyor…

Şekillendirilmiş zihinlerimizi tekrardan eski haline nasıl getirebiliriz? Tabiri caizse fabrika ayarlarına nasıl döndürebiliriz? 

Tabii ki müracaat edeceğimiz adres Müslüman olduğumuz için Kur’an ve sünnet. Efendimiz(s.a.v), Dârü’l Erkâm’da cahiliyeden gelen kavramların içini boşaltmış, zihinleri vahiy ışığında doldurarak tasavvurları düzeltmiştir. Bizler de zihinlerimizi vahyin ışığında şekillendirirsek dışarıdan müdahale bizleri etkilemeyecektir. Doğru ve yanlışın ayrımını yapabilmek için doğrunun iyice öğrenilmesi ve istidatlara yerleştirilmesi gereklidir. Zira yanlışı kavrarsak her şey o yanlışa göre şekil alacaktır.


Kaynakça

1  https://sozluk.gov.tr/

2 Işıldak, R.S. (2008) “Yaratmada ilk adım: İmge ve İmgelem”, Necatibey Eğitim Fakültesi Elektronik Fen ve Matematik Eğitimi Dergisi, S:1, (2008), s.64-65.

3  https://sozluk.gov.tr/

4 https://www.youtube.com/watch?v=Y9nLfg7ldlI&t=738s | Bilimin Ev Hali- Bölüm 5

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir